Mobil Ödeme Hakkında Bilmeniz Gerekenler

Mobil Ödeme Nedir?

Mobil Ödeme: (1) Mobil cihaz aracılığı ile gerçekleştirilen her türlü ödemeler (Apple Pay, Cüzdan uygulamaları, Bankacılık uygulamaları vb.) bakınız: fintech (2) Cep telefonu numarası aracılığıyla nakit veya bankacılık araçları kullanılmadan ödeme yapılmasını sağlayan hizmetler

Mobil Ödeme’nin Yasal Zemini

Bu yazı içerisinde Mobil Ödeme’den kastım, kelime anlamıyla ikinci anlamı altındaki servis içeriğini tanıtmak ve “mobil ödeme” denince nelere dikkat etmeniz gerektiğini genel hatları ile dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.

Mobil Ödeme, 27 Haziran 2013 tarih ve 6493 sayılı Ödeme ve Mutabakat Sistemleri, Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Kanunu ile hayatımıza daha yaygın olarak giren bir hizmet. Bu kanun kapsamında ödeme hizmeti veren kuruluşlar anonim şirket olarak kurulma ve BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) tarafından denetlenen kuruluşlar olarak kategorize edilmişlerdir. BDDK tarafından hazırlanan ve 27 Haziran 2014 tarih ve 29043 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Ödeme Hizmetleri ve Elektronik Para İhracı ile Ödeme Kuruluşları ve Elektronik Para Kuruluşları Hakkında Yönetmelik” hükümlerince çalışma çizgileri belirlenmiştir.

Mobil Ödeme Kuruluşu; nakitsiz topluma geçişte kilometre taşı olabilecek bir hizmete aracılık etmekte olan kuruluşlardır. Nakit ve/veya herhangi bir finansal bilgiye ihtiyaç duymadan ödeme yapabilmenize imkan sağlamaktadırlar.

Mobil Ödemeyi Kimler Kullanabilir?

Mobil Ödeme hizmeti, tüm cep telefonu kullanıcıları tarafından kullanılabilecek bir servistir. Her kullanıcıya kullanmakta olduğu GSM Operatörü tarafından bir kullanım bakiyesi tanımlanır. Bu genellikle kullanmakta olduğunuz tarifeniz ve fatura ödeme alışkanlıklarınız göz önüne alınarak belirlenen bir tutar olur. Maksimum ödeme limiti Operatörler arasında farklılık göstermektedir. Güncel limit ve kullanım koşulları ile ilgili olarak Operatörler ile iletişime geçmeniz en doğrusu olacaktır.

Mobil Ödeme tüm cep telefonu hattına sahip kişiler tarafından kullanılabileceği için öncelikli olarak banka kartı taşına ehliyeti olmayan 18 yaş altı kullanıcı kitlesini hedef geniş olarak hedef almaktadır. Ayrıca, online alışverişlerinde finansal bilgilerini paylaşmayı tercih etmeyen kullanıcılar içinde güvenli bir alternatif oluşturduğu söylenebilir.

Mobil Ödeme Hizmetini Nerede Kullanabilirim?

Mobil Ödeme ile ödeme kabul eden tüm online üye iş yerlerinde kullanabilirsiniz. Ayrıca, Mobil Ödeme ile günlük hayat içerisinde de alışveriş yapabilmenizi sağlamaya yönelik uygulamalar bulunmaktadır.

Mobil Ödeme Nasıl Çalışır?

Mobil Ödeme her kullanıcı ve üye iş yeri ihtiyaçlarına göre farklılık gösterebilecek zenginliğe sahip olsa da çalışmasının belirli hatları 3 başlıkta ele alınabilir.

1 – Web Akışı

Son kullanıcı, üye iş yeri internet sitesi üzerinden satın almak istediği ürünü seçerek ödeme sayfasında mobil ödeme ile ödeme yapma tercihinde bulunur. Sistem son kullanıcıya cep telefonu numarasını girmesi için bir kutucuk sunar. Cep telefonu numarasının girilmesinin ardından cep telefonu numarasına yapılan alışveriş ile ilgili üye iş yeri adı, satın alınan ürün adı, gerçekleştirilecek ödeme tutarı gibi bilgiler içeren ve eğer son kullanıcı bu işlemi onaylıyor ise “EVET” yazarak yanıtlaması gerektiği belirtilen bir SMS alır. Son kullanıcının onay mesajını Operatör tarafından belirlenmiş olan maksimum süre içerisinde (genellikle 5 dakika) göndermesi halinde cep telefonu faturasına ilgili tutar kadar ücretlendirme gerçekleştirilir. Faturasız hat kullanıcıları için bakiyelerinin satın almayı gerçekleştirebilecek tutara eşit veya daha fazla olması gerekmektedir. Mesajın cevaplanması için verilen süre içerisinde onay mesajı gönderilmemesi halinde herhangi bir ücretlendirme gerçekleştirilmez. Ödeme yapmak istenmesi halinde süreci yeniden başlatmak gerekmektedir.

2- SMS Akışı

Son kullanıcı, satın almak istediği ürüne atanmış olan kodu üye iş yeri sitesinden öğrenir. Bu kodu göndermesi istenen kısa telefon numarasına göndererek ödeme işlemini başlatır. SMS gönderimine karşılık olarak cep telefonu numarasına yapılan alışveriş ile ilgili üye iş yeri adı, satın alınan ürün adı, gerçekleştirilecek ödeme tutarı gibi bilgiler içeren ve eğer son kullanıcı bu işlemi onaylıyor ise “EVET” yazarak yanıtlaması gerektiği belirtilen bir SMS alır. Son kullanıcının onay mesajını Operatör tarafından belirlenmiş olan maksimum süre içerisinde (genellikle 5 dakika) göndermesi halinde cep telefonu faturasına ilgili tutar kadar ücretlendirme gerçekleştirilir.  Faturasız hat kullanıcıları için bakiyelerinin satın almayı gerçekleştirebilecek tutara eşit veya daha fazla olması gerekmektedir. Mesajın cevaplanması için verilen süre içerisinde onay mesajı gönderilmemesi halinde herhangi bir ücretlendirme gerçekleştirilmez. Ödeme yapmak istenmesi halinde süreci yeniden başlatmak gerekmektedir.

3- MSISDN Akışı

Son kullanıcı cep telefonu numarası sistem tarafından otomatik olarak alındığı akıştır. Son kullanıcı ücretlendirilmeyi sadece tek tuş ile onaylar.

Mobil Ödeme Güvenli Midir?

Mobil Ödeme servisi doğru kullanılması kaydı ile güvenli ve kolay kullanımlı bir servistir. Doğru kullanımdan kasıt, kullanıcının servisi tanımamasından kaynaklanabilecek güvenlik açıklarının bulunduğu gerçekliğidir.

Mobil Ödeme güvenli bir alternatif ödeme aracıdır çünkü onay mesajı vermediğiniz sürece herhangi bir ücretlendirme gerçekleştirilmemektedir. Mobil Ödeme güvenliğindeki aksamalar çoğunlukla kullanıcı kaynaklı gerçekleşmektedir. İçerisinde kredi kartı, banka kartı ve nakit olan cüzdanınız nasıl şahsi eşyanız ise ve onu koruyor iseniz cep telefonunuzu da aynı şekilde kullanımının güvenliğini sağlamak sorumluluğunuz bulunmaktadır. Bir başkasının cep telefonunuzu karıştırmasına izin veriyorsanız ne amaçla kullanılmakta olduğunun takibi de sizin sorumluluğunuzda olmalıdır. Yaşanan güvenlik problemlerinin bir kısmında kullanıcıların çocuklarına verdikleri telefonu ne amaçla kullandıklarına dikkat etmedikleri için çocuk tarafından gerçekleştirilen onaylamalar olduğu tespit edilmektedir. Günümüzde cep telefonlarının da en az cüzdanınız kadar ciddi bir ödeme aracı olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak hareket etmeli ve gerekli bireysel önlemleri almalısınız. Sistemsel olarak gerçekleştirilen işlemler kayıt altına alınmakta ve takip edilmektedir.

Mobil Ödeme İçin Ücret Öder Miyim?

Mobil Ödeme hizmetini kullanmadığınız sürece herhangi bir ücret ödemezsiniz. Ancak, banka ödemelerinden farklı olarak komisyon ödemeleri son kullanıcıya yansıtılmaktadır. Bu sebeple satın almak istediğiniz ürün fiyatı ile ödemeniz gereken tutar arasında bir fark olması normaldir.

Mobil Ödeme ve İade Süreci

Mobil Ödeme hizmeti içerisinde son kullanıcıya sunulan ürün içeriğinden kaynaklı farklı iade süreci uygulamaları mevcuttur. Online oyun içi kullanım amacı ile satın alınan e-pin/kodların bir defaya mahsus kullanımından kaynaklı olarak herhangi bir şekilde ücret iadesi gerçekleştirilememektedir. Bu iade taleplerinin üye iş yerine (e-pin/kod üretici firma) iletilmesi gerekmektedir. Herhangi bir iadenin gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyecek olduğuna nihai kararı ürün sahibi olarak Üye İş Yerleri vermektedir. Bu süreç içerisinde son kullanıcılar bürokratik olarak taraflar arasında bir yönlendirme trafiği içerisine sevk edilmektedirler. Son kullanıcının ilk şikayet mercii genellikle Operatörler olmaktadır. Operatörler ilgili işlem için birlikte çalışmakta oldukları mobil ödeme kuruluşlarına yönlendirme gerçekleştirir. Ödeme Kuruluşları ise gerçekleşen işlemin detaylarına sahip oldukları için gerekli incelemeyi gerçekleştirerek son kullanıcıyı Üye İş Yeri ile iletişime geçmeye yönlendirebilmektedirler.

Mobil Ödeme ve Dolandırıcılık (Sahtecilik) Olayları

Mobil Ödeme sektörü içerisinde maalesef sıkça karşılaşılmakta olan bir durumdur. Bazı GSM Operatörü kullanıcılar kendi açık rızaları olmaksızın yanlış yönlendirme ile Mobil Ödeme sisteminin kötü amaçla kullanılmasında madur olmaktadırlar. En çok yaşanan olayların başında sosyal medya dolandırıcılığı gelmektedir. Bir sosyal medya hesabı ilk önce dolandırıcı tarafından ele geçirilmektedir. Sonra bu kişinin hesabı üzerinden listesinde yer alan arkadaşlarına mesaj yazılmaktadır. Mesajlaşma içeriği daha çok dağıtılmakta olan bir hediye çeki veya kazanılabilecek büyük bir ödül üzerinedir. Son kullanıcı bu konuşma esnasında kendisini arkadaşı ile konuştuğunu düşünür ancak karşısındaki hesabı dolandırıcı tarafından ele geçirilmiş bir tanıdığıdır. Dolandırıcının ilk hedefi ödülü beğendirmektir. Sonrasında cep telefonu numarasını elde etmektir. Buraya kadar henüz dolandırıcılığı gerçekleştirebilmiş değildir. Yukarıda Mobil Ödeme Nasıl Çalışır? başlığı altında açıklamış olduğum akışa uygun olarak cep telefonunuza gelen mesaja onay vermenizi sağlaması gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek amacı ile genellikle ücretlendirmenin sadece görüntüde olduğu, öyle yazdığı ancak herhangi bir ücretin çekilmeyeceği gibi sebepler ile onay mesajını göndermenizi sağlamaya çalışırlar. Burada kritik konuların başında gelen bir başka bir durum ise her bir onay mesajınız ile ilgili tutar kadar ücretlendirme gerçekleştirilir. Yani siz ilk onay mesajını gönderdiniz ve bir şey olmasını beklediğiniz anda mesajın gitmediğini tekrar göndermeniz gerektiğini belirterek 2. kez veya 3. kez ücretlendirilmenize sebebiyet verebilmektedirler.

Dolandırıcı ile yazışmaktasınız cep telefonu numaranızı verdiniz ancak gelen ücretlendirme sms’ini onaylayarak cevaplamadığınız durumda herhangi bir ücretlendirme gerçekleştirilemez. Karşı taraf cep telefonu numaranızı biliyor olması tek başına ücretlendirmenin gerçekleştirilmesi için yeterli değildir.

Dolandırıcılıktan Korunmak İçin Ne Yapabilirsiniz?

Eğer karşınızdaki arkadaşınızın davranışlarından ve yazışmalarda şüphe ettiğiniz bir durum varsa lütfen arkadaşınızı telefon ile arayın ve/veya iletişimde olduğunuz bir iletişim kanalı haricinde bir kanaldan talebin kendisinden gelmekte olduğunu doğrulayın. Sadece görüşmekte olduğunuz sosyal medya hesabına güvenmeyin. Tercihen telefon ile görüşmeniz ve ilgili sosyal medya hesabının ele geçirilmiş olabileceğinden şüphelenmekte olduğunuzu belirtmeniz en etkin yol olacaktır. Böylelikle listesindeki diğer arkadaşlarını uyarmasına aracılık etmiş olursunuz.

Mobil Ödeme hizmetinin bir kullanıcısı iseniz limitiniz hakkında bilginiz olduğunu varsayıyorum ancak eğer kullanıcısı değilseniz Operatörünüzü arayarak mobil ödeme hakkında bilgi almak istediğinizi belirtmeniz halinde sizi ilgili birime yönlendireceklerdir. Bu birim tekrar kimlik doğrulaması gerçekleştirecek ve size hattınıza tanımlı mobil ödeme ile ilgili bilgileri paylaşabilecektir. Burada limitinizi öğrenmeniz istediğiniz bir tutara indirmeniz veya tamamen mobil ödemeye kapattırmanız mümkündür. Operatörler, aksi kullanıcısı tarafından talep edilmediği sürece tüm GSM hatlarını mobil ödemeye açık tutmaktadırlar.

Mobil Ödeme Dolandırıcılığı Madurusunuz, Ne Yapabilirsiniz?

Öncelikle geçmiş olsun. Sakin olun. Önünüzde istenmeyen ancak yaşanmış bir durum var. Operatörünüz ile iletişime geçin. Mobil Ödeme ile ilgili olarak dolandırıcılık bildiriminde bulunmak istediğinizi belirtin. Ücretin iadesini talep edebilirsiniz ancak bir çok durum için iadeyi yapamayacaklarını belirterek sizi ilgili birime aktardıklarını ifade edeceklerdir.

Size bir çağrı merkezi numarası vermeleri halinde bu çağrı merkezi numarasını aramadan önce bilmeniz gerekenler:

1- Çağrı Merkezinde çalışan insanlar dolandırıcılık şebekesinin bir parçası değiller

2- Çağrı Merkezi çalışanı sizin durumunuzu kontrol etmek için cep telefonu numaranızı talep edecektir (ücretlendirmenin gerçekleştirildiği cep telefonu numarası) Bu son derece normaldir. Bilgilerinizi çalmaya veya sizi yeniden ücretlendirmeye çalışmamaktadır. Ücretlendirmenin detaylarının kontrolünün sağlanabilmesi için telefon numarası gerekmektedir.

3- Eğer ücretlendirme gerçekleşmiş ise sizi en yakın emniyet şube müdürlüğüne veya savcılığa müracaat etmeye davet edeceklerdir. Bu durum yine sürecin bir parçasıdır ve normaldir. Eğer onay mesajı ile bir ücretlendirme gerçekleştirilmiş ise bu ödemenin iadesi çağrı merkezi personeli tarafından yapılamamaktadır.

Aklınızda olan soruları çağrı merkezi personeline sorabilirsiniz. Mesela ücretlendirmenin kaç kez başarılı gerçekleşmiş olduğu önemli bir detaydır. Bakiyenizin yetersiz olması, sistem arızası veya geç cevap göndermiş olmanız veya benzer başka sebeplerden dolayı her gönderdiğiniz onay mesajı için ücretlendirme gerçekleştirilememiş olabilir. Ancak bu işin biraz da şans kısmıdır. Bakiyeniz hiç kullanılmamış ise ve faturalı hat kullanıcısı iseniz bakiyeniz dolasıya kadar ücretlendirme gerçekleşecektir. Faturasız hat kullanıcısı iseniz bakiyenizin yettiği kadar ürün alımı için ücretlendirilirsiniz.

Savcılığa başvuru esnasında bulundurmanız gereken bazı kanıt evraklar mevcuttur. Bunlar dolandırıcı ile olan sosyal medya üzerindeki yazışma kayıtlarının çıktısı (dolandırıcı kendi yazdıklarını silebilir bu önemli değil, savcılık incelemesinde her iki tarafın yazışmalarına da erişim sağlanabilmektedir), cep telefonuna gelen sms trafiğini gösterir döküm (Operatörünüzden isteyebilirsiniz) ve yapılan işlemin bir dolandırıcılık olduğuna dair dilekçe doldurmanız yeterli olacaktır.

Savcılık sürecini takip etmeniz ve gerekli adımları atmanız gerekebilir. Bu süreci herhangi bir finansal dolandırıcılıktan ayırmadan gereken önemi göstermeniz önemlidir. Operatör, Ödeme Kuruluşları ve Üye İş Yerleri savcılık tarafından kendilerine tebliğ edilen kararlara uymakla yükümlüdürler ancak bu yükümlülüğün doğurulması ve sizin sadece bir madur olduğunuz gerçeğini gün yüzüne çıkartacak çabayı (maalesef) göstermeniz gerekmektedir.

Mobil Ödeme Hakkında

Mobil Ödeme, alternatif ve mikro ödeme yapma için GSM Operatörleri tarafından kullanıcılarına sunulan bir hizmettir. Bu hizmet doğru ve ihtiyaca yönelik kullanılması halinde online alışverişlerinizde kimliğinizi korumanıza yardımcı olur. Finansal bilgi paylaşmak istemediğiniz alışverişlerinizde kolay kullanımı ve hızlı ödeme sağlaması ile öne çıkar.

Nakitsiz topluma giden yolda günlük hayatın içerisine girmek üzere olan bir teknolojidir.

 

Tanıtım içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Comparison between Sphero BB-8 / Sphero 2.0 / Sphero SPRK Edition

You know Sphero? The little robotic ball you can drive around with your smartphone? If you are not familiar you can check it out at www.sphero.com website.

1.1.         BB-8 by Sphero Review

When you check out the site, you will come across with two kinds of robotic toys; Sphero and Ollie. Further in the product details, there are three (four if you count the original Sphero which is not available for sale today) different versions of the robotic ball; Sphero BB-8 which is the newly released Star Wars Movie major character (Spoiler: It is CUTTIEST droid in the Star Wars Saga including C3PO or even R2-D2). First thing you wish for when the movie is finished, will be this droid to have (Since we do not have the tech for a real lightsaber, moving on). It is not a companian like seen in the movie; however, it does not let your feelings down for it. It is an impressive replica since it can move like seen in the movie. It is not big in size but gets his place on your heart when you see it rolling on the ground seemingly to go somewhere as fast as it can (this is not an overstatement, you may set the speed setting on the control and might set it a tate slower while you are getting used to drive little BB-8). There is only the drive mode you can actually interact with the toy. If you are willing to see what will it do by itself you can send it to a patrol. It can roll around and by itself; however, its not my kind of thing and I will leave it with that. However, you can further test the balls intellectual intelligence by setting some maze and see whether it can escape it or how long does it take for it to escape (might be fun for some or younger users). There is also the holographic messaging option which needs improvements mostly. The message is transmitted via remote controlled smart device and the visual is relatively sized for BB-8 itself. Although, the technology behind the idea is impressive, the tech can project the message else where and not related to droid on the screen. When we turn back to driving experience, the head is giving the ball all the adorable effects and personality as much as I am concerned. However, be aware it can lose it on collision at higher speeds. I am not stating this not as a downside yet as a matter of fact. The head is attached via magnites to the body of the droid and it is considerably powerful one (you can even lift up the droid by its head if you lift it up slowly).

BB-8 by Sphero does its own app to control it and the app is Star Wars themed as well. All the sounds and beep boops come from your mobile device (iOS, Android and Windows). A mental note is that, there is connection problems mentioned on reviews via Android; howver, I have no problem of connectivity with iOS 9.1 on an iPhone 5. Controls on the app have a definite learning curve (the younger you get, the easier you handle =)). You can control the tale light or facing orientation of the droid. The droid moves toward where it is faced; however, you need to calibrate the tale light accordingly during play time. The second control provided is the directions and it is adaptive to tale light oriantation. There are pre-set commands BB-8 can perform like confirming or rejecting. You can give pre-defined voice commend via your smart device as well (“OK BB-8, It’s a trap” being the most fun of them).

BB-8 by Sphero is not compatible with Sphero apps except recently released SPRK app. The app asks which droid ball you wish to connect and BB-8 is available in the selections. The down side of this kind of use, BB-8 loses the personality provided by the original control app of its own and becomes a standart Sphero with a head if you attach it while using it. You can manage to give commands and use the SPRK app via BB-8. If you are not into so much of the games provided by Sphero or third party apps using Sphero as a control, it does all. There is a drive mode provided in SPRK app and it is easier to use or control BB-8 compared to its original app controls. There is again a tale light adjustment required but the direction and tale light are set as switching controls. On the other side of the control, speed and light color settings are provided.

1.2.         Sphero SPRK Edition Review

I was aware that BB-8 by Sphero does not much of a toy that I can play yet is a theme item that is functional on the plus side. When I come across Sphero SPRK Edition the day after I bought BB-8 by Sphero. What I did not know at the time was that BB-8 competability to the SPRK app. There is not much to say actually about Sphero SPRK Edition accept that it is a cristal clear version of the exact Sphero 2.0. The ball has it marked as Sphero 2.0 on itself as well to make it for sure.

There is not much to expect of the box when compared to BB-8 boxing, it is less than BB-8 boxing yet more than cheap looking both outside and inside. There are cartoon tools for kids to take notes, calculate degrees and step numbering 3 rings. The major affection is being cristal set being both the droid ball and the charger unit being cristal clear. Needless to say, I do not like neigher packing nor the transparent ball that much. All improvement achieved on the app according to my belief. It sure is a fun way to code something and see it operate at the same time. Coding is sugar coded for kids for sure.

This version of Sphero ball is compatible with all apps and games that are already available for Sphero 2.0 version which is making my point that the only difference between Sphero 2.0 and Sphero SPRK Edition is the color of the ball and the charging unit.

I might say Sphero 2.0 is introduced back in 2013 and Sphero SPRK is released most recently. There is the difference of release date without any mentioned improvements on the product itself.

1.3.         Sphero 2.0 Review

Since I do not own this version I can direct you to look for a in depth review of Sphero 2.0. However, as far as I have seen during my search other reviewer fellows mentioned that Sphero 2.0 comes with two ramps in the package. It is stated that it is not an easy task to make the Sphero ball complete the jump successfully, nor it is a huge jump.

Since it is available for 2 years on the market, there are several (according to my research over 30) apps available for Sphero 2.0. This version is also compatible with SPRK app as well, although you cannot see inside of the ball you can give commands to the ball as well.

1.4.         My Point

I do this review in order to share information I have gather during my research for relatively limited time. However, I try to share different information than I have learned during my research. I would like to express my preference and explain why for the last part of my review of Sphero droid balls.

I would prefer to have BB-8 among others since it is the best replica available at the moment of Star Wars VII: The Force Awakens. The second part is that I was not much in to playing games with Sphero (such as killing zombies etc.) however, I am intrigued by being able to code via a software. Only purpose I bought Sphero SPRK was that I thought that BB-8 would not be compatible with the app. I recommend to buy a cover for BB-8 body part if you are willing to use it as a Sphero droid ball incase of scratches caused during play or collision.

If you or your younger one are willing to play with the games provided for Sphero 2.0 or Sphero SPRK than select any of between two.

Note: Preferably search for cheaper prices since there are no differences between Sphero SPRK and Sphero 2.0.

Değerlendirme / Review içinde yayınlandı | Yorum bırakın

7 Haziran Seçimlerinin Ardından

Seçim sonuçları YSK tarafından açıklanmadı ama sonuçların ne olduğu görünür hale geldi bugün (9 Haziran 2015) itibariyle. 13 yıllık tek parti hükümeti döneminin sonuna gelindi bu seçim sonuçları ile. Birinci parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi aldığı %40 civarındaki oyuyla 2002 yılından beri girmiş olduğu seçimlerin bir başkasından daha ilk parti olarak çıkma başarısını gösterdi. %40 oy oranı istedikleri sonucu temin etmediği için seçimin kaybedenleri arasında gösterilmesine karşın kendilerini halen desteklemekte olan geniş bir seçmen kitlesi olduğu görüldü. İkinciliği %25 oy oranı ile Cumhuriyet Halk Partisi alırken %17’ye yakın oy oranıyla Milliyetçi Hareket Partisi ve son olarak seçimin sürpriz partisi Halkların Demokratik Partisi %13 oy alarak ilk kez parlementoda temsil hakkı kazandı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin oy oranında %2’ye yakın bir düşüş görülürken, Milliyetçi Hareket Partisi %3 oylarını arttırmayı başardı. Halkların Demokratik Partisi %10 barajını aşarak parlementoya giren ilk Kürt seçmen temelli parti oldu. Asıl başarıları ise Kürt Partisi olmayı aşarak Türkiye’nin farklı şehirlerinden de millet vekili çıkarmayı başarmış olmaları oldu. Seçim sonrası tavırları gerçek bir Türkiye partisine dönüşüp dönüşmediğini gösterir nitelikte olacaktır. 

13 Yılın ardından gelen belirsizlik dönemi 

2002 Seçimlerinden bu yana tek başına iktidarına alışılan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tek başına iktidara gelemediği bu seçimin ilk net sonucu kısa ve orta vade için Ülke olarak bir belirsizlik dönemine girilmiş olmasıdır. Bu belirsizliğin ilk ayağını elbette hükümetin kurulması aşamasında yaşayacak olmamız kaçınılmazdır. Ancak, bu daha görünen ve devamı gelecek belirsizlik döneminin sadece başlangıcı niteliğindedir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin meclis çoğunluğunu yitirmesinin ardından ülke yönetiminde tek yetkili olduğu dönem şimdilik askıya alınmıştır. Dönemin bitip bitmediğini önümüzdeki süreçte muhalefetin çözüm üretmedeki başarısı belirleyici rol oynayacaktır. 2002 yılından bu tarafa muhalefette olan partilerin bu belirsizlik ortamından çıkış için bir ortak yol haritasında mutabakata varabilmesi ülke geleceği için ciddi önem arz etmektedir. Bu belirsizlik döneminde yapıcı olmayan ya da olamayan muhalefet partileri bir sonra ki seçim de ciddi oy kayıpları ile karşılaşabilirler.

Bugünkü belirsizlik ortamının mimarisi 

2001 yılında Türkiye Ekonomisi’nin içerisine girdiği dar boğaz ve ekonomik kriz sonucu, iktidarda olan koalisyon hükümetinin taşıdığı yönetsel zorluklar tek parti hükümeti isteminin artmasına ve daha kararlı bir hükümet yapısına geçişe yönelerek Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tek başına iktidar yaparken, Cumhuriyet Halk Partisi’ni de muhalefet olarak meclise taşıdı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dili kendisinden olmayanlara karşı hep sertti. Kendisinden olmayana hoşgörüleri yoktu, ancak henüz erkendi. Sisteme itirazlarını yöneltiyorlar ve meclisteki çoğunluk oylarını kullanarak istediklerini yapabiliyorlardı. 2007’de Cumhurbaşkanlık’ı seçimlerinde sistem tıkandı. Mevcut parlemento tarafından Cumhurbaşkanı seçilemediği için seçime gidildi. Adalet ve Kalkınma Partisi oylarını arttırarak yeniden tek başına hükümet kuracak çoğunluğa ulaştı. 5 yıl gibi bir süre içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından uygulanan politikalarda Türklük kavramıyla verilen kavga meyvesini verdi. Milliyetçi Hareket Partisi parlementoya 3. Parti olarak girdi. Cumhuriyet Halk Partisi Ana Muhalefet partisi olarak 2. Parti oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi içerisindeki 2. Adam konumundaki Abdullah Gül 11. Cumhurbaşkanı olarak yeni parlemento tarafından seçildi. Adalet ve Kalkınma Partisi başında Recep Tayyip Erdoğan Dönemi bu döneminde hız kazandı. Partiyi ve ülkeyi tek başına yönetiyor olmanın getirdiği özgürlük alanını sonuna kadar kullanıyor, hatta aşıyordu. Recep Tayyip Erdoğan eleştirilemiyordu. Muhalifler hapislerdeydi, henüz makul şüphe yetmediği için şüphelenilecek delil olarak darbecilik, hükümeti görevini yapamaz duruma getirme çabası kullanılıyor ve muhalefet etme girişiminde olanlar topluca hapislere atılıyordu. Toplum giderek ayrışmaya başlamıştı. Basın susturulmuştu. Konuşmaya çalışan basın mensupları ya içeri alınıyordu ya da devlet kanalları baskısıyla işsiz bırakılıyordu. Toplumda sağ duyu yavaşça boğulmaya başlamıştı artık. İnsanların gözü kararmışça sadece söylenene bakıyor, yapılan işlerin, icraatlerin sonucuna bakmıyor, sadece kendi çıkarlarına doğru gelen kısımları destekliyor, işine gelmeyen yerleri görmemeyi seçiyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin temel politikaları böl parçala yönet mantalitesinin güncel versiyonu gibiydi. Karşısındaki tüm muhalefeti küçük parçalara bölme becerisi ve olanaklarına sahipti. Bölünmüş grupları tek başlarına kaldıkları anlarda parçalıyor ve en nihayetinde yönetimi altına alıyordu. 2011 seçimleri sonrası önlerinde durabilecek kurum ya da devlet yapısı kalmamıştı. Türklük ayaklar altına alınmış, Şehitler kelle olmuş, T.C. Kurum isimlerinden kalkmış, PKK’nın adı unutturularak Kandil olarak cicileştirilmiş, Abdullah Öcalan sayın olmuş, İmralı kod adı altında ülke yönetimine ve Türklük’ün ayaklar altına alınmasına ortak edilmiş, teröristlik kavramının içi boşaltılarak muhalefet etmek teröristlikle eş anlamlı hale getirilmiş (o kadar ki Eski Genel Kurmay Başkanı terör örgütü kurmak ve yönetmek, ülkeyi bölme girişimi, hükümeti çalışamaz hale getirme girişimi suçlamalarından hapis yattı), hukuk kavramının içi boşaltılarak insanlar kendi hukuklarını arama yoluna itilmiş (orman kanunları geçerli hale gelmiştir, güçlü olan istediğini yapabilmekte, gücü olmayan sürekli dayak yemektedir), kadın cinayetleri artık günlük sıradan haber niteliğini bile kaybetmiş, tecavüz ve ırza geçme toplum tarafından kadınları yola getirme aracı olarak kullanılmasında sakınca görülmemiş, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler sebebiyle 13 yılda 13 farklı sistemde öğrenim gören öğrencilerin geleceği karartılmış, sınav soruları yandaşlara dağıtılarak devlet dairelerine ve tercih edilen stratejik yerlere sızma aracı olarak kullanılmış, üniversiteler sindirilmiş, Darbe kurumları olmakla itham edilen Yüksek Öğretim Kurumu gibi kurumlar ele geçirildikten sonra kıymetli kurum statüsüne terfi etmiş, demokrasi kavramının içerisi boşaltılarak başına “ileri” eklenmek suretiyle bütün yapılanlar meşrulaştırılmış ve kabul ettirilmiştir. Ekonomiye baktığınızda bugün halen kazanım olarak görülen şeylerin duble yol ve satılmış devlet kurumlarından öteye gitmeyen, ekonomik borçlanmanın boyutlarının artık arşa erdiği, üretimin durdurulma noktasına geldiği, sadece inşaat ve yol yapımı ile ayakta tutulmaya çalışılan, dönemin sıcak ve likit para kaynaklarından sonuna kadar faydalanılmış, altı boş, üretim gerçekleştirmeden tüketmeye alışmış ve daha fazla tüketmeye aç, kendisinden olmayanı ötekileştiren bir toplum inşa edildi.

Her hakim güç kendi dilini yaratır 

Her hakim güç kendi dilini konuşturur. Bu yüzden köleliğin olduğu ülkeler egemen ülkelerin dillerini konuşmaktadır. Bu sadece konuşulan dili etkilemez. Aynı zamanda düşünce yapınızı, fikirlerinizi, hareketlerinizi, yaşamınızı ve hayatınızı etkilemeye başlar. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 3 Kasım 2002 yılından beri itina ile gerçekleştirmiş olduğu bu dili belirleme çalışması artık meyvelerini vermiştir. Meclise giren hiçbir parti toplumun beklentisinden ayrı olarak dinden bağımsız konuşamamaktadır. Kendi taban kitlesini dini söylemler ile bir arada tutan Adalet ve Kalkınma Partisi diğer tüm partileri kendi dilini konuşma zorunluluğunda tutmuştur. Şimdiye kadar bu dili konuşmayı redden bir muhalif parti olmamış, olanlarda barajı aşma başarısı gösterememiştir. Toplum din referanslı olarak konuşulan ve yönetilen bir şekle sokulmuştur. Kadınların hayatlarına ilişkin hemen en azından her hafta bir demeçte bulunan bir kimse bulunmaktadır. Kadınların kıyafetlerinden, kiminle gezeceklerine, kiminle yaşayacaklarına, kaç çocuk sahibi olacaklarına, o çocukları nasıl doğuracaklarına, hamilelikleri döneminde ortalıkta dolanmamalarına, yüksek sesli gülmelerine, aynı masada yemek yememelerine, otobüste, toplu taşıma da karma sistemin sonuna gelinmektedir. Kadınlara verilen tek özgürlük türban takma özgürlüğüdür. Türban takma özgürlüğüne karşılık bütün özgürlükleri yavaşça ve sırayla ellerinden alınmaktadır. Toplum türban takanları kabule zorlanmış ve bu bir demokratik uygulama olarak gösterilmeye çalışılmıştır. İlkokul çağındaki çocukların türbana sokulmasının demokrasiye uygunluğuna tarihin yorumunun farklı olacağı görüşündeyim. “Hepimiz müslümanız” söyleminin altına süpürülen 17/25 Aralık gibi gün yüzüne çıkmış yolsuzluk ve dinden sapmalara bile “günah işleme özgürlüğü” gibi saçma sapan dini kulplar bulma girişimleri bu dini dilin birer örneğidir. Parti yöneticileri tarafından bir öyle bir böyle konuşmanın farkında olmama da bu dilin getirilerinden biridir. Din dili dogmatiktir, sorgu ve karşı düşünce kabul etmez. Parti yöneticileri tarafından ortaya atılan paralel yapılanma söylemenin halk nezdinde bu kadar karşılık bulmasının bence birinci nedeni dini dilin halka nüfuz etmiş olması ve idrak yollarını tıkamasıdır. Daha önce saygın bir kişilik olarak kabul edilen birisinin 1 hafta içerisinde teröristliğe terfisinin kabulünün başka bir açıklaması mümkün değildir. Toplum din dili ile uyuşturulmuş ve düşünemez hale getirilerek, söyleneni olduğu gibi kabul eder hale getirilmiştir. Bu durumun sıkıntılarını Adalet ve Kalkınma Partisi parlemento dışında kalsa dahi görmeye devam edeceğimiz bir süreç yaşamız kaçınılmazdır.

Mevcut parlementonun bize söylediği: Tez – Antitez 

Mevcut parlemento dağılımına bakacak olursak bu parlementodan koalisyon çıkarma ihtimalinin hiçte kolay olmadığı görülecektir. Adalet ve Kalkınma Partisi din temelli bir hayatı yaşamayı isteyenleri temsil etmektedir ve laiklik ile pek arası yoktur. Laik ve müslüman olunamayacağına yönelik söylemler ile laikliği dinsizlik olarak göstermekte ve toplumdan bir karşılık bulmaktadır. Bu söylem, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yok sayılmışlıklar yaşamış bir kesimi cezbetmekte ve vadetmiş oldukları istikrar ve güven ortamı sebebiyle dini düşünceleri desteklememesine karşın ekonomik beklentilerle oy veren bir kesim yaratmayı başarmıştır. Başlangıçta ezilenlerin sesi olma vasfını kendilerine akdettikleri için Kürtlerden de ciddi oranlarda oy almışlardır. 2007 sonrası özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’ni baraj altında bırakmaya yönelik söylem geliştirmesi ve yer yer milliyetçi söyleri Kürtleri zaman içerisinde arayışa sürüklemiş ve Halkların Demokratik Partisi ile bir Türkiye Partisi olma girişimine itmiştir. 2002’den beri izlenmiş olan politikalar neticesinde şaha kaldırılan Kürtçülük söylemleri 2007 antitezi olarak Milliyetçi Hareket Partisi parlementodaki yerini almıştır. Kürtlerin barajı tek başlarına aşamamasından kaynaklı olarak bir Türkiye Partisi kurması ve Türk seçmene vaadlerde bulunması Adalet ve Kalkınma Partisi’nden bir ayrılışı ve tek başına parlementoda varlığı getirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin antitezi seçmen nezdinde Cumhuriyet Halk Partisi Milliyetçi Hareket Partisi’nin de Halkların Demokratik Partisi’dir. Bu kadar uçlara savrulmuş bir parlementodan sağlıklı bir yönetim beklemek uzun vadede gerçekçi olmayacaktır.

Mevcut parlementonun bize söylediği: Sentez

Peki nedir seçmenin beklentisi? Ne demeye dayatılmış olan 13 yıllık istikrar ortamını belli bir oranda duraklatmıştır. Belli bir belirsizliğe kapı aralamıştır. Seçmenin canına susamadığı farz edildiği durumda seçmen 13 yılda dili ve şiddeti giderek artan ayrılıkçı ve ötekileştirici söylemlerden yorularak kendi tarafını yaratma yoluna gitmiştir. Tek adamın kaprislerinin yorgunluğunun belirtisidir seçim sonuçları. Toplumda karşılığı olmadığı seçimlerden önce de görülmüş olmasına karşın, parlementer sistemin bırakılarak başkanlık sistemine geçişteki dayatma ve devlet kaynakları da kullanılarak yapılan kanırtma, sandıkta tepki görmüştür. Seçmen henüz parlementer sistemin bırakılarak ne olduğu bile bilinmeyen bir Türk modeli başkanlık sistemine geçilmesine karşı tavır koymuştur. Bunu sert yapmamıştır. Parlementoya birbirine zıt tabanlı diye bileceğimiz ve kendi kırmızı çizgileri olan 4 parti sokmuş ancak hiç birisine tek başına hareket serbestisi vermemiştir. Bu seçmenin 13 yıl boyunca gerçekleştirilen ayrıştırmacı dilden yorgunluğunu da açıkça göstermektedir. 2007 yılında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlık’ı seçimleri döneminde gerçekleşen Cumhuriyet Mitinglerinde öne çıkan “Birleşin” ve “Uzlaşın” söylemleri 2015 yılında parlemento da tecelli etmiştir. Türkiye artık daha fazla ayrıştırmacılığa prim vermeyeceğini açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur. Tez ve Antitez içerisinde bahsetmiş olduğum farklılıklar ve ayrışmalar için köşelerin törpülenmesi gerekmektedir. Bu sadece bir parti için değil tüm partiler için geçerlidir. Adalet ve Kalkınma Partisi ile bir partinin yapacağı koalisyon ya da 3 muhalefet partisinin iktidara oynayacağı koalisyon modellerinin samimi olarak değerlendirilmesi ve bir çözüm yolu bulunması için çalışılmalıdır. Samimi olmayan ya da uzlaşmaya yanaşmayan tavırların devrinin geçmekte olduğunu gösterir irade, sandığa yansıyan iradedir
.

Her işin oluru… 

Seçim sonuçları daha çok yeni ve önümüzdeki süreç belirsizliklerle birlikte gelen bir süreç, ancak 13 yıl gibi bir süre tek parti yönetiminden ve sıkı yönetim politikalarından yorulmuş bir toplum olarak bizlere biraz hava boşluğu olacak bir delik… Pazar gününden beri kendimce mutlu olduğum bir tabloya bakıyorum ve mevcut belirsizlik bugün için bir umut taşıyor kendi içerisinde… 13 yıllık ayrıştırmacı politika ve uygulamadan sonra biraz yaralarımızı sarmamız için soluklanma molası… Gezi Parkı Direnişinde “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam” sloganı çıkmıştı… Bugün önsözü yazdık… Kitaba neler yazacağımızı ise göreceğiz…

Fikren Düşündüklerim içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Başbakan Gezi Ruhunu neden anlamıyor?

31 Mayıs 2013 Cuma sabah erken saatlerde başlayan ve gecesinde halk ile polisin karşı karşıya geldiği olayların başlangıcı Taksim Direnişi başbakan ve iktidar partisi temsilcileri tarafından anlaşılmamaktadır. Sebebi özünde bir kaç basit ancak derin küresel sosyal dönüşüme bağlıdır.

Bu dönüşümlerden ilki 1980 – 2000 yılları arasında doğan kuşağın yaşamdan beklentilerinin anlaşılmasıdır. Bu kuşak karekter olarak daha özgür ruhlu ve küresel akımlarında etkisiyle daha serbestliğinine düşkün bir kuşak. Sık boğaz edilmeye, emir altında olmaya, ne yapması gerektiğinin söylenmesine, kısaca kalıplara sokulmayı, şekillendirilmeyi sevmeyen ve benimsemeyen bir kuşak. Bunun oluşmasında elbette ki küresel etkiler baş rolde. 1980 sonrası yetişen kuşak kendisinden öncekilere göre refah seviyesi çok daha yüksek bir sürecin içerisinde büyümekte. Bu aynı zamanda kaoitik dönemleri sadece dinlemiş ancak yaşamamış olduğu anlamını da beraberinde getirmekte. Kaos sadece bir terim ve çoğunluğu için kendilerinden önce yaşayan kuşakların tecrübe etmiş oldukları bir durum. Kendisinden önceki kuşak kendi tecrübeleri sonucu çocuklarını politikaya özendirme gereği duymadı. Bu onlar için çatışmalarla öğrenilmiş bir gerçeklik içermesine karşın, devlet eliyle yaratılmak istenen apolitik gençliğin oluşumuna katkısı şu veya bu ölçüde olmuştur. Büyüklerinden sürekli başkalarının duyabileceği ses tonunda, yabancılarla siyaset tartışmaması telkin edilen bir nesilin siyasete ilgi duymasını beklemek pekte gerçekçi değildir.

İkinci bir küresel akım ise hızla yayılmakta olan bireyselciliktir. Yine bugünkü yeni kuşağın en büyük özelliklerinden birisinin kendisinden önce ki kuşağa göre son derece bireysel hareket etme özgürlüğüne sahip olma arzusudur. Bunun en büyük örneği Batı’ya bakıldığında dağılma sürecine girmiş olan biz de ise hala varlığını sürdürmeye çalışan çekirdek aile yapısıdır. Çocuklar artık yasal yetişkinliklerini kazandıktan sonra aile bağlarını koruma gereği duymamaktadırlar. Ruhsuz ve umursamaz görünmekle birlikte bireysel yaşam özgürlüğünün geldiği nokta da her birey tek başınadır. Devletlerin yaşlı bakımına ayırmış olduğu fonların bu kadar artmasının altında bile yine bu artan bireysel hareketi görmek mümkündür. Yeni kuşak devletin baktığı yaşlı, hasta, bakım ihtiyacı olan yakın ailesine bile sırt dönebilmektedir. Türkiye’de henüz bu batıda ulaştığı uç noktalara ulaşmamış olsa dahi, eski geniş aile yaşamının giderek modasını kaybettiği özellikle bu kuşak döneminde görülmektedir. 1980 sonrası kuşak mümkün olan en kısa sürede ekonomik bağımsızlığını kazanarak aile yanından ayrılmanın yolunu aramakta ve kendi hayatını yaşama yoluna gitme çabasındadır.

Bireyselliğin ulaştığı nokta ile apolitik tutumu 1980 sonrası kuşak ile birleştirdiğimiz nokta da herhangi bir lidere inanmayan, kendi haklarını koruyacak ve savunacak bir sisteme olan inancın daha yaygın olduğunu görmek mümkündür. Bu kendisinden önceki kuşakla belirgin bir fark içermektedir. Kişilerin değil, fikirlerin çevresinde toplanabilme gücünü sağlayan ama son derece bireysel bir duruş söz konusudur. Bireysellik aynı zamanda empoze edilmiş olan eski kuşağın korkularıyla birleştiğinde siyasi konuları birbiriyle konuşmayı doğru bile bulmayan bir kalabalığa dönüşmek mümkündür.

Üçüncü ve belki en önemli gelişmelerden bir tanesi 1980 sonrası doğanlar ile 1990 sonrası doğanları birbirinden derin olmasa da ayıran teknolojik gelişmelerdir. 1990 sonrası olan kuşak hızla gelişmiş olan teknolojinin bir parça pekiştirmesiyle bireyselliğini adeta perçinlemiştir. 1980 ve 1990 arası doğanlar en azından mahalle arkadaşlığını bir parça yaşamış olsalar dahi, 1990 sonrası kuşak bunu özellikle on yılın sonlarında doğanlar giderek daha az yaşamaktadırlar. Bu gelişen teknolojiyi sosyalleşme ihtiyacına bir çare olarak sosyal ağların gelişmesine sebebiyet vermiştir. İnsanlar birbirlerini sokakta tanımaya korkarlarken, internet ortamında görece daha savunmasız durumları belki de bir ilüzyon sonucu daha güvenli hissetmelerini sağlayarak düşüncelerini paylaşmalarını sağladı ve gördüler ki kendileri yanlız değil. Kendileri gibi düşünen onlarca ve hatta binlerce insan mevcut bir yerlerde. Her ne kadar sanal da olsa bir kurtuluş oldu internet. Yalnız hissetmekten kurtulmanın bir yolu oldu. Bu süreç içerisinde online oyunlar, fiziken birden çok kişinin birlikte oynamasını gerektiren oyunlar gibi çeşitlendi ve sosyallik bir form değişimine gitti. Yeni kuşak artık gazete, kitap okumuyor, haber takip etmiyor diye eleştiriliyordu ancak takip ettikleri sözünü dinledikleri ve o söze güvendikleri bir güven ağı söz konusuydu. İnternette birbirleriyle öğrendiklerini paylaşıyor, olaylara çoğunlukla kendi içlerinde tepki gösteriyorlardı. Küçük tepkilerdi bunlar, kendilerinden başka kimsenin fark etmediği.

Bugün Gezi Parkı Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük sivil direnişe sahne olmakta. Üstelik bu direniş yaş ortalaması 25 olan bir direniş. Herhangi bir lider çevresinde toplanmış değiller. Pek çoğu klasik diye bileceğimiz politikalar tarafından birbirine ötekileştirilmiş geçmişlerden gelmekteler. Pek çoğu daha önce herhangi bir eyleme katılmadığını söylüyor (Bu şu da demek, 2007 yazına doğru gerçekleşmiş olan Cumhuriyet Mitinglerinde bile biz sahnede yoktuk). Sokakta olmaktan korkmuyorlar çünkü tek başlarına gelmiş olsalar bile oraya kendileri gibi daha bir sürü kimse olduğunu görüyorlar. Birey olarak rahatsız oldukları şeyleri başka bireyleri de rahatsız etmekte olduğunu görüyorlar. Bireysel başkaldırı ve direnişleri, özünde bireysel olsa bile toplumsal bir harekete dönüşüyor. Meydandaki belki çoğunluk farklı sebeplerden ötürü meydanda ancak hiç kimse hangi amaçla meydana çıktığını birbirine sorup sorgulayarak bir diğeri ötekileştirmiyor. Aksine her bir bireyi bir farklı renk olarak özümsüyor ve kabul ediyor. Zaten çocukluklarında oynadıkları oyunlarda da hiç farklı düşünmedikleri birbirlerini ayırmamış oldukları için bu nispeten kolaylıkla gerçekleşen de bir durum (Mahalle oyunlarında ya da bilgisayar oyunlarındaki en büyük ayırım kız-erkek ayrımıdır ki bu da farklı zevklerinin olmasından kaynaklanır. Onun ötesine geçen bir oyun oynadığımızı misal Türkler – Kürtler diye ayrılıp maç yaptığımızı hatırlamıyorum. Alevi-Sünni-Şii diye gruplara bölünüp turnuva düzenlediğimizi de hatırlamıyorum. Biz hep birlikte oynardık. Kız erkek ayrımcılığına gelirsek, dünden bugüne ortak vakit geçirmek için çok daha fazla sebebimiz var artık. Dışarı çıkarken bile sadece erkek ya da sadece kızlar çıkmak yerine karma bir grubun içerisinde yer almayı tercih ediyoruz. Karşı cinsi de ötekileştirmiyoruz).

Başbakan karşısındakinin halen örgütlü bir topluluk olduğunu ve bir azınlık olduğunu zannediyor olabilir. Bir kaç ağaç için toplandılar diyebilir. Ancak biz biliyoruz ki biz başlangıçta ağaçlar için orada olan arkadaşlarımız haksızlığa uğradıkları için toplanmaya başladık. Toplandıkça ne kadar kalabalık ve güçlü olduğumuzu gördük. Bize gözdağı vermek için kendi yanındakileri toplamaya çalışması, mahalle kavgasına yandaş aramaktan öteye gitmeyen bir görüntü çizmekte. Ayrıca kendi yanına toplayabildiği kesimin yaş ortalamasının 45-50 civarında olması ise bizi neden anlayamayacağının çok açık bir göstergesi. Fikirlerimizi ve hayata bakışımız arasında bariz bir kuşak farkı mevcuttur.

Kurgu & Deneme içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Direniş İçerisindeki Barış Süreci

Bugün olanları, yaşananları doğru okumak ve anlamak yarının bizi nereye götüreceğini öngörebilmek özellikle içerisine sürüklenmekte olduğumuz giderek artan belirsizlik döneminde önemini arttırmaktadır. Bugünü anlayabilmek için Türklerin tarihine hakim olmak gerekir. Bilindiği üzere Cumhurbaşkanlığı forsunda yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nden önce 16 devlet vardır. Fakat bunlar sadece fors üzerinde yer alan büyük devletlerdir. Bunlar haricinde Türkler  tarih boyunca 80 devlet, 62 Atabeylik/Hanlık/Beylik, 22 Cumhuriyet, 67 Özerk Türk Cumhuriyeti kurma başarısını göstermişlerdir. Bunların kimisi uzun yıllar yaşamış kimisinin ömrü bir kaç yılı geçememiş oluşumlar olsalar bile Türk’lerin devlet kurma ve yıkma konusundaki tecrübesinin deneyimle kazanılmış olduğunu gösteren sayılar mevcuttur.

Türkler Asya’dan Avrupa’ya doğru göçleri sonrası Anadolu’ya yerleşmeye başladıkları dönemden itibaren Avrupa Devletleri tarafından Anadolu’dan sökülüp atılmaya çalışılması bir sır değildir. Yüzlerce savaş sonrası Anadolu, Türklerin vatanı olmuştur. Avrupa fiilen savaş içerisinde olunmayan dönemlerde bile Türklerin Anadolu’da olmasından rahatsız olmuş ve korkmuştur. İstanbul’un fethi sonrası Avrupa’da yaşanan rönesans ve reform hareketlerinin ivmesini veren güçlerden bir tanesi Osmanlı’nın dolayısı ile Türklerin hakim olmadığı yeni ve bakir alanlar bulma umududur. Kendi aralarında kurmuş oldukları ekonomik birliğe ve sonrasında Avrupa Birliği’ne Türkiye’yi almamalarının altında yatan nedenlerin en başında dini farklılıktan çok tarihsel bir korku yatmaktadır. Bu korku Türklerin Osmanlı tarihi boyunca göstermiş olduğu yayılmacı ve genişlemeci politikalardan kaynaklanmaktadır. Avrupa Birliği içerisinde Yunanistan özeline bakılması bile korkunun ne boyutta olduğunun ip uçlarını barındırmaktadır.

Biraz eskiye özünde yakın tarihimize bakarsak, 1. Dünya savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nun Mondros Ateşkes sözleşmesi ile işgalinin yasallaştırılması sonrası çöküşün ve çözülmenin hızlanmış olduğuna itirazı olan yok herhalde. Burada yukarıda verdiğim rakamlar ile belgeli bir yeni devlet kurma refleksi gelişmiştir. İşgalci güçlere karşı bir başkaldırı olmuş ve örgütlenmenin en üst noktasına Mustafa Kemal gelmiştir. Askeri ve siyasi zekası, toplumun ihtiyaçlarını okuma becerisi ve ileri görüşlülüğü ile başkaldırıyı organize etmeyi başarmış ve topluma çağ atlatarak bir devrim gerçekleştirmiştir. Kurduğu devletin 15 yıl gelişmesine en büyük desteği vermiştir. Bir milletin gönlünde taht kurmuş ancak fiziki tahtların hepsini yıkmasını bilmiş bir liderdir. Kurduğu devlet çabuk kırılabilir bir fidan olduğu için zarar vermek isteyenlere karşı merhametli olma gereği duymamıştır. Dediğim dedik olmadan, daha iyisinin mümkün olduğunu göstererek toplumu yukarıya çekme emelinden bir an olsun vazgeçmemiştir. Okumaktan, bilimden, gelişimden ve demokrasiden yana olmuştur. 10 Kasım 1938 saat 9’u 5 geçe gözümüzden gönlümüze geçen ve ebediyete uğurladığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasında bıraktığı iz genç bir demokrasiden fazlasıdır. Mustafa Kemal Atatürk arkasında bir fikir bırakmayı başararak aramızdan ayrılmıştır.

Maalesef saat 9’u 6 geçe bıraktığı mirasa saldırılar başlamıştır. Çok partili hayata geçilmiş ancak hayatı çok partili yaşamaya geçilememiştir. İktidar sahipleri maalesef ötekileştirmeler ile toplumu bölme ve ayrıştırma hareketini başlatmış ve sürdürmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasında bıraktığı fikirler kıvılcımdan aleve dönüştürülmek yerine hem kasıtlı hem de yanlış yönetim tarzları sebebiyle söndürülmeye çalışılmıştır. Bu süreç dönem dönem bilinçli olarak kanlandırılarak Mustafa Kemal Atatürk ateşine kan da bulaştırılmıştır. 1960 yılında Adnan Menderes’in asılmasıyla son bulan olaylar belki de darbeyle halka iade edilmeye çalışılan haklara kara bir leke bırakmıştır. (Hukukçu değilim, ama mevcut ve 1960 anayasaları karşılaştırılarak tarafsız bir sonuca varılabilir kanımca, hangisinin daha özgürlükçü bir zihne sahip olduğu konusunda.) 1970 ve 1980 darbeleri yapılış biçimleriyle bile 1960 darbesinden farklıdırlar. Toplumu bugün olduğu noktalara gelmesinde etkisi yadsınamaz olayların başında gelmektedirler. Amacım darbeleri tartışmak olmadığı için devam ediyorum.

Bugün meydanlara dökülen biz genç çoğunluk yukarıda bahsi geçen darbeleri, sıkı yönetimleri, aksaklıkları ve yanlışları yaşayan değil, anlatılan kuşağız. Kendisine biber gazı sıkan polisin karşısında öylece durabilmesi, tazyikli su sıkan toma aracının önünde kollarını açarak bekleyebilmesi, oh biber diyerek atılan gazı tiye alabilmesi hep geçmiş korkularımızın yokluğundan kaynaklıdır. Zaten direnenlerin %40’a yakını 18-25 yaş gençler ise onlar daha hayatın korkutucu yüzüyle tanışmamışlar demektir. Bizler için korku bir film türüdür. Oynadığımız oyunlardaki ani olaylara karşı hissiyatımızdır. O yüzden halen anne ve babalarımız biz direnişe giderken aman evladım dikkat edin kendinize demekte, kendi yaşadıklarının şiddetine göre direnişe gidilmesine karşı çıkmaktadırlar. Biricikleri bizleri, kendi uğradıkları şiddete maruzdan korumak istemektedirler. Bu direnişi gerçekleştirenler 19-25 yaşındaysa, iktidar başa geldiğinde daha akılları siyasete ermeyen küçük çocuk ve ergenler demektir. Mevcut hükümetten ve siyasi yaşamdan başkasını bilmiyorlar demektir. 1980 sonrası apolitikleşen, teknoloji dünyasının hayatımızı bombardıman altına aldığı şu son 10-15 yılda tümden asosyalleşen gençliğin, gençliğini istediği gibi yaşamak istediğini söylemek için yükselişidir, direniş. Daha yeni kendi bedenlerini keşfeden gençlerin, devlet eliyle durdurulmaya çalışılmasına bir başkaldırıdır. Dünün çocukları, bugünün gençleri, yarının siyaset arenasına biz buradayız ve rahatsızız mesajını çok net bir dille vermiştir.

Şimdi kutuplaşmış Türkiye’nin bir araya gelmesini ama halen 2 kutuplu olarak kalmış olmasını öngörebilmek önem taşımaktadır. İktidar sahipleri bilerek ceviz kabuğunu doldurmayacak konularda bile insanları birbirinden ayırmayı ve ayrıştırmayı başarmışlardır. Şu anda insanların sokakta gelin barışıyoruz diyerek kollarını açtığında sürece sadece vandalizm gözlüğü ile bakılması medya ve iktidar sahiplerinin vermek ve sürecin gerçek anlamda kontrolden çıkıp gerçek bir barışa dönüşmesini istemeyenlerin ayak oyunudur. Bu gün direnen her kim varsa ortak akıl ile çevreye zarar vermemesi, güvenlik güçlerini tahrik etmemesi, halkın duyarlı olduğu konuları kaşımaması konusunda sürekli uyarmaktadır. Şu anda toplum genelinde yaşanan direniş geçmiş için birbirimizi affedelim, hep birlikte ama hep birlikte güzel bir yarın için çalışmak için enerjimizi harcamaya başlayalım direnişidir. Bir diğerini ötekileştirmeden, birleştirici adımlar hızlı ve etkili bir şekilde atılmalıdır. Apolitize ve kısmi olarak asosyal bir örgütlenmenin bu boyutlara gelmiş olması bir başka mesaj daha içermektedir. Sorunlar, onları yaratan düşünce yapısıyla çözülemezler. Yeni fikirlere, düşüncelere ve bakış açılarına ihtiyaç muhakkaktır.

Bir konunun netliğe ulaşmasını istediğim için değinmeden geçmek istemiyorum. Hayatta aslen iki düşünce sistemi olarak ayırabileceğimiz dogmatik ve bilimsel düşünce sistemleri mevcuttur. Kişiler istedikleri düşünce sistemine inanmakta serbesttirler. Burada problem bilimsel düşünce sahibi bireyin dogma düşünceyi anlamasının mümkün olmadığı gibi, dogma düşünce sahibi bireyin de bilimsel düşünce yapısını bütünüyle kavraması mümkün olmayabilir. Burada olması gereken iki farklı görüş sahiplerinin temel bir orta yol olarak diğerinin hayat görüşüne saygı duyarak karşı tarafa baskı yapmayı bırakması gerekir. Bu herkesin kendi özgürlüğünün bir bölümünü toplum refahı ve düzeni için feragat etmesi demektir. Herkes diğerlerinin hassasiyetlerine dikkat eder ancak diğerleri üzerinde yaptırımcı olma gereği duymaz.

Mevcut durum içerisinde hızla örgütlenmeyi başarabilmek, başı boş güç olmanın bir adım ötesine gitmek bundan sonra izlenmesi gereken yol olmalıdır. Birleştirici ve kaynaştırıcı bir temel olan İNSAN olma noktasından başlanarak, herkes birbirine saygılı ve ölçülü olma sorumluluğunu taşımalıdır.

Son söz: Dün ile Bugün kavgaya tutuştuğu taktirde, kaybeden hep YARIN’lar olmaya mahkumdur.

Fikren Düşündüklerim içinde yayınlandı | Yorum bırakın

31 Mayıs Direniş Süreci

Okuduğum bir kaç çarpıcı yazı var yaşananların analiziyle ve sonrasındaki sürecin nasıl gelişeceğiyle ilgili. Birincisini kendi sayfamda da paylaştım Halil Murat Şahinoğlu’nun “Peki ya bundan sonra?” sorusuna bilinmezine sunduğu bence ortak akıl ile iyileştirilip yükseltilebilecek bir oluşum fikri. İkincisi ise direnişçiler açısından biraz daha karanlık bir senaryoyu öngören ve oynandığımızı global bir bakış açısıyla ifade eden Merve Şebnem’in “Başbakan gemileri neden yaktı” adlı yazısı (mervesebnem.com adresinden ilgili yazıya ulaşabilirsiniz, ayrıca Çapulcu İngilizler yazısına da göz atabilirsiniz). Üçüncüsü, Ahmet Hakan’ın 4 Haziran 2013 tarihli “Kimse anlatamıyor bari ben anlatayım” başlıklı yazısıdır. Dördüncüsü, arkadaşım Can Çınar’ın direniş süreciyle ilgili yorumları. Yurt gazetesi yazarı, Yılmaz Polat’ın 24 Kasım 2012 tarihli “Deliğe süpürmeyin, kullanın” adlı yazısı.

Sayın Şahinoğlu, Can Dündar’dan da alıntı yaptığı yazısında İtalya’da vücut bulan 5 Yıldızlı Hareket benzeri bir çözüm önerisinde bulunmuştur. Bu özünde direnişçiler içerisindeki birlik ve beraberlik ruhunu koruyucu ve belki de partileşmedende siyaset yapılabileceğinin en somut örneği olarak karşımıza çıkmakta. Üstelik sokaktaki direnişçilerin çoğunluğunun 1980 sonrası siyaseten sindirilmiş ve apolitize edilmiş olduğu düşünülürse, hareketin başarısı sistemik bir evrime bile yol açabilir. İlk yapılması gerekenlerden birisi, internette ki bilgi kirliliğinden korunulabilecek bir platform altında toplanabilmektir. Burada direnen halk kesimini sokağa döken sosyal medyanın yardımı kullanılarak belli bir örgütlenme düzeyi sağlanabilir. Önemli olan güven duygusunun oluşum içerisindeki yerinin bilincinde olunmasıdır. Özünde yaparken öğrenilecek bir oluşum tabanına sahiptir ve belki de tarihte benzeri denenmemiş bir ilk hareket olma fırsatı mümkündür.

Sayın Şebnem, gelecek için daha karamsar bir tablo öngörmüş yazısında. Başbakanın attığı her adımın bilinçli ve mesaj niteliğinde olduğunu ancak mesajın kendi halkından çok dünya güç dengesi içerisindeki yerini bulmak üzerine olduğunu detaylandırmış. Bu bir bakıma anlayabildiğim bir olası senaryo çünkü başbakan son seçimden bu yana daha korkusuz ve ayrıştırmacı politikalarında ödün vermeden 11 yıllık iktidarını iç savaşa her an hazır bir bıçak sırtı üzerindeki ince çizgi üzerinde yürütmeyi başardı. Korkuyu en güçlü silah olarak kullanarak çatlak sesleri bastırma kabiliyeti ile devletin farklı kurumlarını ya doğrudan kendisine bağladı ya da devlet olanaklarını sonuna kadar kullanarak yok etme yoluna gitti. “Freni boşalmış bir kamyondan çok ayağını gazdan çekmeyen” bir üslup benimsedi ve önüne çıkanı ivmesini de kullanarak susturmasını bildi. Yakın zamanda başlangıçta yanında durup büyümesine destek çıkan yandaşlarının kimisinin üzerini çizebilecek güce ulaştı. Bu aslında kendisi için bir iç bağımsızlığını kazanma mücadelesi idi. Artık kendisini içeride eleştirebilecek kimselere karşı yeterince güçlüydü ve çatlak ses istemiyordu. Bunu özünde toplumda ötekileştirmenin bir başka parçası olarakta kullandı. Başlangıçta yanında olanlar ancak ideolojisini paylaşmayanlar, başbakan tarafından aforoz edildiğinde muhalefet bunlara sahip çıkacak değildi. Sadece cılız yeni bir muhalefet daha doğmuş oldu ancak bu yeni oluşum hem iktidara hem muhalefete muhalif nispeten yok sayılan bir arada kalmışlar grubu oluşturdu. Başbakan, aslında iç bağlarını kopartarak yanlızlaşmıyor saflarını sıklaştırıyor ve amaç uğrunda yürüdüğünü belli ediyordu. Sayın Şebnem’in yorumunu göz önüne alırsak bugünkü tavır ve üslubu perdenin oyunda ikinci perdeye geçildiğinin göstergesidir. İkinci perde başbakanı olduğu yere gelmesinde yardımcı olan dış güçler ile ilişkilerini düzenlemesidir. İlk seçildiği dönemde başbakan danışmanının “Sömürmek (exploit) kötü bir kelime ama kullanmak (use). Bu adamdan yararlanın. Bence onu devirmeye çalışmak, delikten aşağı koymak yerine, onu kullanın. Bundan yararlanmalısınız. Teklifim budur.” sözleri zamanında çok eleştirilmiş, çok tartışılmıştı. Şimdiye kadar bu çerçevede kullanılmasına izin veren başbakan, gelinen nokta da artık bir ast üst ilişkisini değil eşitler arasındaki bir ilişkiyi arzuladığını belli etme amaçlı olarak dış ilişkilerini de yeniden şekillendiriyor olabilir. Buna ek olarak Yurt Gazetesi yazarı Yılmaz Polat’ın 24 Kasım 2012 tarihli yazısında belirttiği gelişmeler doğrultusunda (Bush-Obama/Cumhuriyetçi-Demokrat değişimi), yahudi lobisinin yokluğundaki  (ki İsrail ile gitgelli ilişkiler ile onlara da gözdağı verilmekte ve güç dengesinde yukarı çıkılmaya çalışılmakta) yol haritasını sorgulaması bugün bakıldığında daha anlam kazanmış görünmektedir. Başbakan, göreve geldiği sürece kişisel serveti artmaktadır. Bu durumun dünyada da çeşitli örnekleri vardır (ilk aklıma gelen İtalya-Berlusconi) ancak başbakan Türkiye’de sıkça eleştirilen diktatörlük rejimi yönetim tarzı ve üslübu ve hatta mizacı sebebiyle sadece kazanmış olduğu servet ile yetinebilecek bir karaktere sahip değil. Her güç sahibi insanın istediği gibi daha fazla güç için hırçınlaşmaktadır. Bunun bir sonucu olarak Sayın Şebnem’in de belirttiği üzere dış dünyaya beni eşidiniz olarak sayın yoksa sizleri de benim seviyeme indirmesini bilirim mesajı göndermekte. Şimdiye kadar kullandınız ama bundan sonra değil restini özünde hem Doğu’ya hem de Batı’ya çekiyor. Kendi ayakları üzerinde yükselen bir güç olma çabasında. Benim öngörebildiğim tek sorun ekonomik, dış ülkelere ekonomik olarak bağımlı bir imparatorluk kurdu ve bağımlılık hızla artmakta ancak tersten bakınca yatırım yapılabilir ülke statüsüne yeni yükselen Türkiye’nin ligden yeniden düşmesi sadece Türkiye’ye değil yabancılara da zarar verecek. Yani özünde bankaya 1.000 lira borcunuz varsa bu sizin probleminizdir, ancak eğer bankaya 1.000.000.000 (1 milyar) borcunuz varsa bu bankanın problemidir noktasına geliyor ve yatırımcı açısından Türkiye too-big-to-fail statüsünde olmasa bile global bir hasar verebilecek boyutta büyük, özellikle dünya ekonomisinin bu kadar globalleştiği ve içinde bulunduğumuz dönem itibariyle kırılganlaştığı günlerde.

Ahmet Hakan’ın yazısına bakarsak onunda haksız olmadığı yerler olduğunu göreceğiz. Eğer sistemde kayma olmaz, direniş olaysız ve herhangi bir bütünleşme olmadan dağılır ise evet Ahmet Hakan haklıdır. Başbakan yerinden kalkmaz sadece üslubunu yumuşatarak koltuğunu korur. Ancak bence bu çokta mümkün bir senaryo iki sebepten ötürü değil. Birincisi, başbakan gücünü çatışmadan almaktadır. Bugüne kadar yumuşatıcı ve ortamı sakinleştirici hiç bir açıklaması olmadığı gibi bu açıklamayı yapması kendisi için yaratmış olduğu otoriter kimliği yıkacağından ötürü özür dilemesi ya da daha esnek bir tavır takınarak %100’ün başbakanı olması mümkün değildir, zaten bunu amaçlamamaktadır. Ayrıştırmış olduğu toplumsal parçaları korku ile kendisi kontrol altında tutmaktadır. Tutarlı olma çabası hiç gütmemiş bir başbakan için tutarlı olduğu tek konu gücünü paylaşmamasıdır. 

Son olarak arkadaşım Can Çınar kendi facebook sayfasında bir iletisinde “Bunca güzel ve cesur insan kavgada. Direnişin sonunda illa pratik bir sonuç beklemek veya derin okumalar yapıp dinamikleri anlamaya çalışmak yersiz. Kavganın kendisi bir sonuçtur zaten.” diyerek beni çok daha farklı bir düşünme seviyesine sevk etti. Yaptığımız direnişin kısa vadede elle tutulur bir sonucunu göremeye biliriz ancak pek çok mecrada Türkiye gençliğinin sanıldığı kadar güncel gelişme ve olaylardan uzak ve istenildiği gibi yönlendirilemeyeceği, ne kadar farklı olursak olalım, gerektiğinde bir arada durmasını bildiğimizi göstermiş bulunuyoruz. Bence çarpıcı pankartlardan bir tanesinde yazan bu sürecin nereye gideceğini belki de gösteriyor kısa ve net olarak

AKP’siz Din’e

CHP’siz Ata’ya

MHP’siz Vatan’a

BDP’siz Kürt’e

Sahip çıkarız

BİZ HALKIZ!

Fikren Düşündüklerim, Hayat içinde yayınlandı | 1 Yorum

Snow White & The Huntsman

Film hakkında söylenebilecek çok şey var belki ama bence filmin ötesine bakarak izlediğiniz zaman klasik bir hikayeden ötesini anlatan bir kilometre taşı olmuş. Klasik Pamuk Prenses hikayesine biraz Hollywood bulaşmış ve Masum Prenses Hollywood tarafından Savaşçı Prenses haline getirilmiş olunsa da hikayenin içinde geçtiği ortam ve çevre koşulları aslında son derece günümüzden örnekler taşıyor…

Kötü kalpli prenses esir rolünde kalbi boş kralın gönlünü fethetmeyi başarır ancak daha ilk gece kralı öldürerek Krallığı ele geçirir. Kral’ın simgelediği uyum içerisindeki hayata karşın ele geçirdiği krallığı söz de adaletiyle yok etmeye başlar. Aradan geçen zaman kötü kalpli kraliçe’nin güçlenmesini değil zayıflamasına neden olur. Herkesten daha adil olan Pamuk Prenses Kraliçe’nin gücünü yitirmesine neden olmaktadır. Tek yol yıllarca hapis tutulmuş Pamuk Prenses’in kalbine sahip olmaktır ki kötü kalpli Kraliçe sonsuza dek yaşayabilsin. Kraliçe bu bilgiyi kendisinin sahte adaletini en iyi olarak gören bir aynadan alıyor.

Umudun olmadığı bir ortamda yolunu ve yaşam sevincini yitirmiş, sadece hayatı acılar içinde sürdürmüş bir grup azınlık tarafından savunulmaya başlanıyor Pamuk Prenses, yeni bir umut olarak göründüğü için. Filmin belki en çarpıcı yanlarından birisi, doğayla barışık olan Pamuk Prenses’in doğa tarafından özel kılınmış olması. Ne demek özel kılınmak? Liderin Pamuk Prenses olduğunu ilk önce doğada yaşayan canlılar kabul ediyorlar ve yol gösteriyorlar. Hapis tutulduğu kuleden kaçmasına yardım ediyorlar mesela ya da insanlar yardım etmeyi reddettiğinde kaçmasına yardım etmeye devam ediyorlar.

Kraliçe’nin bir oyunu sonucu büyü ile ölse bile gerçek aşkının öpücüğü ile hayata yeniden dönüyor ve umutsuz, bir çare halkı mevcut düzeni değiştirmek için çaba sarf edilmesi gerektiğine ikna ediyor. Esir olarak yaşamaktansa, Özgürlük için savaşmayı, kötülüğü tamamen yok edemeseler bile denerken bu uğurda ölmeyi seçtiğini söylediği vakit galeyane geliyor Kraliçe’nin gazabından kaçmış olan bir avuç azınlık.

Ellerinde ne varsa onunla saldırıya geçiyorlar. Pamuk Prenses’in Savaşçı Prenses Zeyna’ya döndüğü kısım baş gösteriyor. Görüntü de adil ve sonsuz güce sahip Kraliçe, gerçek adaletin sahibi Pamuk Prenses’in hançeriyle can veriyor. Pamuk Prenses hakkı olan tacı takarak Krallığın yeni Kraliçe’si oluyor ve kötü kalpli Kraliçe’nin yok ettiklerini onarım süreci başladığında film bitiyor…

Barış biz filmi izlerdik anlatmana ne gerek vardı diye bilirsiniz ama benim değinmek istediğim konu başka. Sizce gerçekten bir çizgi film uyarlamasının Hollywood ile güzelce harmanlanmış bir versiyonu mu bu? Yoksa aslında yaşananların ve yaşadıklarımızın sembollerle süslenmiş, peri masalına indirgenmiş halimi?

Uyanmasını beklediğimiz hangi Prenses’tir bilemem ama benim uzun zaman sonra izlediğim en başarılı Hollywood yapımı film olduğunu söylersem sanırım kimse bunu yadırgamaz.

En başarılı sahne ve belki en anlamlı replik, basit bir masal alıntısı ancak bir o kadar günümüzden…

Kraliçe’nin sihirli aynasına sorduğu soru… “Who is the most beautiful and fairest of them all?”

Kurgu & Deneme içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Süper Final

Söze Galatasaray futbol takımını şampiyonluk başarılarından ötürü kutlayarak başlamak sanırım doğru olur. 40 haftalık zorlu bir maratonun sonunda belirgin bir avantaj kaybetmiş olsalarda son maçta istedikleri bir skor ile (0-0) 2011 – 2012 Süper Lig Şampiyonu oldular. Kendilerini başarılarından ötürü tebrik ederim. Fenerbahçe takımını da ayrıca tebrik etmek gerekli, çok stresli ve baskı altında, sahadışı sorunlarla da mücadele ettikleri bir sezonda büyük özveriyle şampiyonluk yarışını son maça kadar taşımayı başardılar. Lige kattıkları değer ve heyecandan ötürü Fenerbahçe’yi de tebrik etmek yerinde olacaktır.

Tebrik kısmını gerimiz de bırakırsak Fenerbahçe – Galatasaray derbisi, ya da Süper Final son maçı, aslında çok güzel başlamıştı. İlk 45 dakika boyunca her iki tarafında oyuncuları soğukkanlı ve maçın stresini kaldırabilir düzeyde oynarken, ikinci 45 dakikada kızılca kıyamet koptu. Amacım maçın özetini yazmak olmadığı için maç içinde olan olayları geçiyorum. Benim yazmak istediğim konu ne oldu da Fenerbahçe taraftarı kaybedilen bir şampiyonluk sonrası polise saldırma gereği duydu? Hem de kendi takımının stad koltuklarıyla… Fenerbahçe ilk kez şampiyonluğu kaybetmiyor. İlk defa Galatasaray’la berabere kalmıyor. Yani olan olayları futbol ya da herhangi bir spor müsabakasının neticesine bağlamak pekte mümkün görünmüyor. Maç sonrasında olan olaylar ciddi anlamda Süper Final’e yakışmayacak nitelikteydi. İşin aslı bu tür olaylar herhangi bir spor müsabakasının sonuna yakışan şeyler değil. Bir takımı destekleyebilirsiniz, taraftarlık yaparak 12. adam görevini üstlenebilirsiniz ama takım istediğiniz sonucu alamadığı için ortalığı yakıp yıkmak bana göre sadece barbarlık ve holiganlık.

Fenerbahçe kulüb olarak anlının akıyla çıkabileceği bir sınav olan Şampiyonluk kutlamalarından sınıfta kalmıştır. Sebebini bilmek çok mümkün görünmemekle birlikte maç sonrası taraftar tepkisinin büyük bölümü başka hiç bir alanda sesi çıkmayan sesi gibi adete. Ordunun yarısı belki daha fazlası hapiste, gazeteciler yine yargılanıyorlar ve hapisteler, medyanın yanlı olduğunu artık herkes biliyor ve söylüyor ama sesini yükseltebilen yok, sınır komşusu ülkelerle gerginlikler bitmek bilmiyor, suçsuz olduğu TFF tarafından kabul edilen Aziz Yıldırım halen hapiste, insanların memnuniyetsizliklerini göstermek için kullandıkları protestolar büyük ölçüde engelleniyor gibi bir sürü olay olurken tüm Türkiye’nin Fenerbahçe mi yoksa Galatasaray mı şampiyon olacak sorusuna kilitlenmesi bence birazdan fazla tuhaf. Demem o ki aslında başka herhangi bir alanda tepki ortaya koyamayan toplululuklar spor müsabakalarını deşarj amaçlı olarak kullanıyorlar. Önemli olan spor değil. İnsanlar, hayatlarında kötü giden hemen herşeyi tuttukları takımın başarısı ile unutabiliyor ya da başarısızlığı ile dibe vurabiliyorlar. Bu anlamda Fenerbahçe resmin sadece küçük bir kısmıdır. Vücuda gelen hadiseler çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu ancak sorunlarımızla yüzleşmediğimizi göstermektedir.

Fenerbahçe Kulübü, sportif bir şov olan ligin final şovunu lekelemiştir. Şampiyonluk kutlamaları adı üzerinde kutlamadır ve her yıl 18 takımın uğrunda yarıştığı hedefe içlerinden sadece birinin ulaşmasıdır. Fenerbahçe Türk tarihinin ve Türkiye Ligi’nin bir büyük takımı olduğunu iddia edebiliyorsa, ki öyledir gerek yerel gerekse uluslararası kupalarda gösterdiği başarılar ve taraftar kitlesinin büyüklüğü ile Türkiye Futbolu ve Türkiye Ligi için önemini kanıtlamıştır, şampiyonluk kutlamalarının gerektiği gibi yapılabilmesi için gerekli işlemleri yapabilecek kapasitede olmasını gerektirmektedir. Kupa takdim seramonisini bir krize çevirmek yerine gerekli protokolü futbolun ve sporun bütün güzellikleriyle anmak mümkün olabilirdi. Stadın elektiriklerini kapatarak, Galatasaray’ın Kupa kaldırma törenini baltalaması en çok Fenerbahçe’ye zarar verecek türden bir davranıştır.

Bu akşam sonuçlanan Süper finalin gerçekleriyle bir parça oynayarak mevcut tepkinin abartısını bir parça daha anlatmayı istiyorum. Fenerbahçe, Galatasaray ile rolleri değişmiş olsa yani Galatasaray sadece kazanarak şampiyon olabilecek olsa ve Fenerbahçe’yi bugünkü maçta yense sizce taraftarın tepkisi mevcut duruma göre nasıl değişirdi? Başka bir senaryo, Galatasaray bu akşam Fenerbahçe 10 kişi kaldıktan sonra golü bulsa ve galip gelse taraftar tepkisi ne olurdu? Bu sezon uygulanan rakip takım taraftarını stada almama kararı alımmamış olsaydı çıkan olayların boyutu mevcut durumda ya da senaryoların herhangi biri uygulandığında ne olurdu?Sorular ve senaryolar daha geliştirilip değiştirilebilir ancak eğer ölçü alınan tepki bu akşam Fenerbahçe taraftarının tepkisi olarak alınırsa yukarıdaki sernaryoların hiçbirisinde daha iyi bir sonuç görünmüyor.

Sonuç olarak Süper Final hiçte söylendiği gibi Süper bir Final olamadı. Gönül isterdi ki Fenerbahçe tarafları Galatasaray’ı sahasında alkışlayarak kupasını versin. İki takım arasındaki ebedi dostluk kazanmış olsun. Gönül ister ki bu akşam ki maç sonrası olaylardan gerekli ders çıkartılmış olsun ve önümüzdeki sezonlarda hiç bir ikili takım ve taraftarı benzer hataları tekrarlamasın. Gönül isterdi ki; 12 Mayıs 2012’de kaybeden holiganlık, kazanan spor ve dostluk olsun. Olsun umarım bundan sonra kazanan spor olur.

Kurgu & Deneme içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Dört Mevsim Aşk: Kış

Kışlar sonbaharın bittiğinin habercisidir. Tatlı serinler bitmiştir artık, acıtan soğuklar hakimdir ortama. Soğuğu sevebilirsiniz elbette, ancak çok soğukta kalırsanız, yakmaya başlar ve engel olamazsınız acı gözyaşlarına bir süre sonrasında. Bir örtüsü bile vardır kışın. Dışarıdan kusursuz görünen, beyaz çarşafı, kar yağar bazen, uçsuz görünen düzlüklere. Bazen beklemediğiniz yerlerin bile buzlandığını ısıtınca altında aradığınız sonbahardan kalma manzarayı değil, çamurlaşmış toprağa erişirsiniz ancak. Tüm yaraları sarmaya yöneliktir aslında kışın soğuğu, eğer kışı yaşayacak kadar güçlüyseniz, bahara güçlenmiş olarak yeşerecek gücü kendinizde bulacaksınız demektir. Bütün mesele kışın büyüsüne kapılıp, ayak izlerini kaybedene kadar karda gezinmemektir, asıl olan.

Kışın sert, gaddar ve acımasız koşulları altında yine de yumuşak yanı saklıdır. Özlersiniz mesela kar yağmasını, kar yağmaya başlamadan çok öncesinden ve yağan kar aslında bir nevi süngerdir artık o sonbahar yaşadıklarınıza. Kendinizi bulmak için mutlak sessizliği altın tepsi içerisinde sunacaktır size kış. Günlerin kısalığı boğucu geliyor ve zaman yetmiyormuş gibi gelse bile, aslında ihtiyacınız olan dinlenme sürecini sağlar kışın o uzun ve karanlık geceleri. Yapmaya başlamadan önce yapmaya karar vermek için ihtiyacınız olan uzun yıldızlı bir kaç soğuk gecedir kimi zaman. Sessizdir kış hem de alabildiğine. Detaylarla uğraşmadan her şeyin üzerini örter ve başarılarınızın birer kardelen gibi karı delmesine izin verir. O kadar pürüzsüz karın içinde göreceğiniz sadece başarılarınız olacaktır. Hatta başarılarınızın büyüklüğü bile gözünüzde bir önem taşımayacak sadece başarmış olmanın tadını sonuna kadar yaşıyor olmanın mutluluğunu hissedeceksinizdir.

Kışın sevmek zordur bir başkasını. Ancak kendinizi tedavi ederken, yeni bir sevgiye hazırlanırken sevmeyi düşünmezsiniz ve çoğu zaman ürkersiniz o soğuktaki sıcacık ellerin size dokunmasından. Soğuğa alışmışsınızdır. Akan kanı dondururursanız, yaranın kapanacağını sandığınız anlar vardır. Sıcak dokunuşlar o soğuk büyüyü dağıtır adete ve irkilirsiniz. Soğukta, soğuk rüyalara dalmak istersiniz ve tatlı bir son olmasını umut edersiniz, belki kışın kendisinden daha bile sessiz bir son… Ama hep yeni bir bahar vardır…

Kurgu & Deneme içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Dört Mevsim Aşk: Sonbahar

Hep sonbahar gibidir aşk başlangıçları, bilinmeyen, gri ama bir o kadar davetkar. Sıcak bir gün ardından yağıp serinletecek bir yağmur beklentisi gibidir. Sıkıcı bir havanın ardından gelen yağmurdur belki de o günü kurtaran. Yazın bunaltıcı sıcakları geride kalmıştır artık ve uygun giyinmediğiniz taktirde üşüyebilir hatta hastalanabilirsiniz. Her daim romantiktir sonbahar, sarı yapraklar kaldırımlarda, günün erken sonlandığı manzaralarda ve yakınlaşmanın artık yazın olduğundan daha kolay olduğu zamanlardır. Sıcaklık arayışıdır, eylül ekimin bazen tatlı bazen sert rüzgarları arasında. Sıcacık bir el, bir bakıştır gün batımına karşı aslında içinizi ısıtan. Piknikler ve olası küçük süprizler için biçilmiş kaftandır sonbahar. Hep bir süprizi vardır son anda ortaya çıkartmak için beklediği. Hep karanlık değildir üstelik süprizleri, şaşırtan yazdan kalma bir gün bile olabilir kimi zaman insanı. Serin havanın sarıp sarmayalayan o dost canlısı dokunuşudur kimi zaman aranan ya da ihtiyaç duyulan. Yazın bunaltan sıcağını geri de bırakma mutluluğunu müjdeler kimi zaman. Denize girmek için geç gibi görünse bile bazen atlayabilmektir, rüzgarlı bir günde dalgaların arasına ve kemiklerinin titremesine aldırmadan kurumaya çalışmaktır, kıyafetler üzerindeyken.

Sonbahar, yazın sıcağından ve yalnızlığından bir kaçıştır hep. Kucaklayan serinliği, süprizleri ve gri gökyüzüyle bütünün bir parçasıdır bekleyişler içerisinde. Kaybolmanıza izin vermez ama huzurlu hissettirecek kadar tanıdıktır. Hüzünlüdür her sonbahar, sonları barındırsa da içinde hep, başlangıç mevsimi gibidir hep aşkların.

Kurgu & Deneme içinde yayınlandı | Yorum bırakın